İçimizdeki Fitneler ve Davanın Geleceği
Aşağıdan yükselen bir ses, kimi vakit bir makalenin, kimi vakit bir çağın özünü taşır. İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Necmeddin Bilal Erdoğan’ın şu kelâmı da böyledir:
“Biz, içimizdeki fitnelerle, kaypaklarla, hainlere verdiğimiz primlerle Cumhurbaşkanımızın gücünü, enerjisini azalttık.”
Bu, bir sitem değil; keskin bir teşhistir. Her teşhis gibi, ruhu sarsar, vicdanı rahatsız eder. Zira mesele, dış mı düşmanlar, küresel tuzaklar yahut bildik komplo perdeleri değildir. Mesele, iktidarın kucağındaki rehavet, davanın etrafındaki dünyevî konformizm, yolun manevi ruhunu yitirenlerdir.
Bu toprakların hafızası derin, yaraları eskimez. Devlet burada salt bir idare mekanizması değil; bir ahlâk ufku, bir istikamet davasıdır. Abdülhamid Han’ın yalnız gecelerinden Mehmet Âkif’in “Sahipsiz vatanın batması haktır” feryadına; Necip Fazıl’ın sürgün harflerinden Necmettin Erbakan’ın alın teriyle yoğrulmuş siyasî fazilete uzanan ebedî bir hat vardır. Bu hat, makamla değil, bedel ödemekle ölçülür.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın serüveni de tam bu hattın ortasında şekillenmiştir. Yasaklar, parti kapatmalar, mahkûmiyetlerle imtihan oldu. Lâkin asıl imtihan, iktidara erdikten sonra verildi: Davayı, saltanatın konforuna feda etmemek. Bugün zuhur eden münakaşalar, aslında bu büyük imtihanın yeni bir safhasıdır.
Ve işte tam burada, Sayın Bilal Erdoğan ismi zuhur eder.
O, siyasetin parlak vitrininde değil; toprağın derinliğinde emek veren köklerin sesi olmuştur uzun zamandır. Vakıflarda, sivil toplumda, gençlik hizmetlerinde harcadığı ömür; makam hırsından ziyade, istikamet arayışının meyvesidir. Gençliği, boş sloganlarla değil, sadık emekle; geçici ajitasyonla değil, kalıcı sadakatle kucaklayan samimi bir dava yolcusu.
Bugün adının, davanın geleceği bağlamında anılması beyhude değildir. Zira dava, artık salt bir seçim aygıtı olmaktan çıkmış; yeniden mana, yeniden ruh arayışıyla yüzleşmiştir. Yorgun kadrolar, iç çekişmeler, davayı kariyer merdivenine indirgeyen zihniyetler…Sayın Bilal Erdoğan’ın kelâmı işte bu yüzden bu denli keskindir. Mesele şahıslar değil; yolun kayboluş tehlikesidir.
Açık olan şudur: Siyaset, yalnızca zafer kazanma sanatı değildir. Hele bu kadim coğrafyada, asla değildir. Siyaset, emanet şuuru talep eder. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın senelerce sırtlandığı yük de tam budur. Ve bugün, “Bu dava yarın kime teslim edilecek?” suali, fısıltıdan çıkıp yüksek sesle sorulmaktadır.
Sayın Bilal Erdoğan’ı bu sualin merkezine taşıyan, soyadı değil; davayla kurduğu fıtrî rabıta, iktidar tutkusu yerine mesuliyet bilinciyle konuşması, gençliğe hâlâ bir ahlâk zemini sunabilmesidir. Babasının izini harfiyen kopyalamak değil; o izdeki ruhu, bugünün âlemine tercüme etme kudretidir onu ayıran.
Elbet siyaset, nihai hükmünü sandıkta ve zamanın akışında verir. Lâkin bazı isimler vardır ki, onları tartışmak dönemi tartışmaktır. Sayın Bilal Erdoğan ismi de bugün bunu yapar: Davanın, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sualini yeniden meydana koyar.
Belki de en derin mesele şu sualde saklıdır:
İktidarın gölgesinde solup giden bir dava mı olacağız; yoksa davanın ağır yükünü yeniden omuzlayacak bir azimli, samimi ve dertli bir lider mi doğuracağız?
Bu sualin cevabı şu ana kadar verilmemiştir. Lâkin artık tehir edilemeyecek kadar yakıcıdır. O yüzden emaneti ehline vermek zaruri ve kaçınılmazdır.





