“Kalemden Saçılan Toz…
Yanlış İliklenen Düğmenin Bedeli”

Vaktiyle Karabük ufkunda sükûnetle salınan kamu hayatı, son demlerini yaşayan bahar meltemi gibi birdenbire kasırgaya döndü. Öyle ki, bir sis bulutu çöktü şehrin üzerine; ne gören görebildi gerçeği, ne duyan işitebildi hakikatin sesini. Her yanı kuşatan dedikodular, zanlar, ithamlar, karalamalar ve tehditler, bir cümbüş misali kol gezer oldu sokak sokak, meclis meclis.
Evvel zaman olurdu ki, matbuat âlemi bir vakar ve intizam içerisinde hüküm sürerdi. Yazılı basın, mesleğin mihenk taşıydı. Bu mesleğe adım atmak isteyenin hem kalemi sağlam olmalıydı hem vicdan terazisi. Nitelik, liyakat temel düstur idi. Herkesin gazeteci addedilmediği, mesleğin muhabbetle icra edildiği o zamanlar, şimdinin keşmekeşiyle kıyas dahi kabul etmez.
Lakin zaman, her şey gibi medyayı da başkalaştırdı. Görsel yayıncılığın alıp başını gitmesi, internetin neredeyse sınırsız bir mecra hâline gelmesi ve haberciliğin, dijital fırtınada savrulması; her şeyi bir anda başka bir mecraya taşıdı. Bu ani değişim, kontrolün sınırlarını aştı, hatta fevkalade bir dağınıklık meydana getirdi.

Devlet erkânı, bu savrulmanın önüne set çekmek maksadıyla yasal düzenlemelere başvurdu. Basın Kanunu yenilendi, Basın İlan Kurumu’nun hükmü internet sitelerini de kapsayacak şekilde genişletildi. TRT’nin uhdesindeki yayıncılık, özel teşebbüse açıldı. Uydudan ve karasal mecralardan sonra, internet vasıtasıyla yapılan yayınlara da göz kulak olmak adına RTÜK teşkil edildi.
Gömlek dikildi, lakin ilk düğme yanlış iliklendi. İşte ne olduysa o zaman oldu. Sonrasında hangi düğme iliklenmeye çalışıldıysa eğriye saplandı. Mevzuatın boşlukları kapanmadı, mevcut hükümler layıkıyla uygulanmadı. Netice itibarıyla bir kargaşanın, bir nizamsızlığın kapıları aralandı.
Ve işte o an geldi ki, koltuğuna sımsıkı sarılan siyaset ehliyle, elini taşın altına koymaktan imtina eden bürokrasi erkânı, “Benden uzak olsun, varsın başkası yansın” anlayışıyla işin içinden sıyrılmaya koyuldu. Kimi görmedi, kimi işitmedi, kimiyse görüp bildiğini kendi menfaatine kullandı. Her bir tutum, şehri daha da dumanlı bir girdaba sürükledi.
Bu ahvâl Karabük’ün yerel hayatına da sirayet etti elbette. Medya kelimesi, her önüne gelenin dilinde eğilip bükülerek, gazetecilikle eşanlamlı hâle getirildi. “Ajans”, “haber”, “medya”, “tv” gibi cafcaflı tabirlerle süslenen isimler, üç beş dolara alınan domainlerle, birkaç yüz liraya kurulan hostingler üzerinde arz-ı endam etti. Hatta bazıları zahmete bile katlanmayarak Facebook, Instagram, YouTube gibi sosyal mecra köşelerinde kes-kopyala-yapıştır yöntemleriyle bilgi kirliliğini yaldızladı.
Ve nihayetinde kaçınılmaz akıbet kapıyı çaldı. “Duyumlarıma göre”, “konuşuluyor ki” gibi mesnetsiz önermelerin ardına saklanarak, iftiralar, tehditler, hakaretler ve kişisel veriler ulu orta yayıldı. Şantaj, bel altı ithamlar, itibar ve namus cellatlığı; halkın dilinde sakız, zihninde zehir oldu.
Lakin unutmamalıdır ki, yanan ateş sadece kulübeyi değil, sarayı da kül eder. Uzun süredir seyirci kalan siyaset, bürokrasi ve cemiyet ileri gelenleri dahi bu alevin hararetinden nasibini almaya başladı.
“Peki çare nedir?”
Evvela kabul etmeliyiz ki, bu gemi su alıyor. Daha fazla vakit kaybetmeden, hep birlikte aklıselimin ve vicdanın gölgesinde bir araya gelmeliyiz. Mevcut kanunların tatbiki noktasında üzerimize ne düşüyorsa yapmalı; ilk tokadı kendimize atmalıyız.

Basın mesleği adına kurulmuş dernek ve cemiyetlerin, gerçekten bu mesleği ifa eden, kalemiyle, ahlâkıyla bu işe ömrünü adamış şahsiyetlerden teşekkül etmesini sağlamalıyız. Mesleğe yeni adım atmak isteyenlere, hukuki ve mesleki rehberlik sunmalı; onları çamurlu yollarda yalnız bırakmamalıyız.
Valilik makamının öncülüğünde, mesleğin çilekeş emektarlarından müteşekkil bir Basın Etik Kurulu ihdas edilmeli. Bu kurul; kim gazetecidir, kim değildir; kim mesleği etik değerlerle icra eder, kim iftiranın, hakaretin peşine düşer — bunu kontrol etmeli ve belirlemelidir.
Basın eliyle haksızlığa uğradığını düşünen herkese bir başvuru kapısı açılmalı. Aynı şekilde, dürüstçe haber peşinde koşan kalem erbabına da sahip çıkılmalıdır. Onların linç edilmesine, hor görülmesine, tehdit edilmesine karşı dimdik durulmalı; hakikatin tarafında saf tutulmalıdır.
Zira testi kırılmak üzeredir. Bu gidişat, böyle sürerse yarın “nerede yanlış yaptık?” sorusu, artık cevapsız kalır.